November 19, 2012 - Tagged as: tr.
Geçenlerde Paul Lockhart’ın A Mathematician’s Lament adlı yazısını okudum. Genel olarak matematik eğitimine ve toplumlarda matematiğe bakışa bir eleştiri niteliğinde olsa da, öğretim, öğrenim ve eğitim sistemleri ile alakalı pek çok süper tespit var. Sadece sorunlar değil, çözümleriyle de alakalı bir yazı olmuş(her ne kadar ben yazar tarafından sunulmuş pek çok çözümü pek de gerçekçi bulmasam da).
Matematikçiler haricindeki insanlar tarafından matematiğe olan görüşü, bunun neden yanlış olduğunu ve daha doğru bir görüşün ne olabileceğini anlamak için okumanızı tavsiye ederim. Her ne kadar ben matematikçi olmasam ve matematik konusunda temellerimin yeterince iyi olmadığını düşünsem de, anlattığı pek çok meseleyi anlayabiliyorum ve açıkçası bazı durumlarda yazarın neler hissetiğini anladığımı ve bazı başka konularda benzerlerini hissettiğimi iddia edebilirim.
Aslında konu hakkında çok fazla şey yazmıştım, ama bir yerden sonra kafamdakileri toplarlayamadım ve ortalık karıştı. Kısaca, yazıda benim en çok dikkatimi çeken ve kendi hayatımdan onlarca örnek bulabildiğim bir kısımdan bahsedeceğim:
Mathematics is an art, and art should be taught by working artists, or if not, at least by people who appreciate the art form and can recognize it when they see it. It is not necessary that you learn music from a professional composer, but would you want yourself or your child to be taught by someone who doesn’t even play an instrument, and has never listened to a piece of music in their lives? Would you accept as an art teacher someone who has never picked up a pencil or stepped foot in a museum? Why is it that we accept math teachers who have never produced an original piece of mathematics, know nothing of the history and philosophy of the subject, nothing about recent developments, nothing in fact beyond what they are expected to present to their unfortunate students? What kind of a teacher is that? How can someone teach something that they themselves don’t do?
Burada matematik kelimesini çıkarıp, başka kelimeler koyup, etrafınıza bakın. Ben etrafıma baktığımda bu durum çok bariz.
Bazı şeylere(programlama) küçük yaşta başlayan bir hobici olarak bunu daha kolay farkedebiliyor olabilirim. Bana programlama dilleri anlatmaya çalışan insanın aslında konuyla alakalı herhangi bir ilgisinin olmadığını ve bilgi olarak da yeterli olmadığını anlamak ne kadar kolay, muhtemelen söylesem abarttığımı sanırsınız. Hatta konuyla alakası olmayan başka arkadaşlar bile bizzat bana durumu farkettiklerini söylemişlerdi.
Lise ortamında da hocalarım hakkında aynı şeyleri o dönemlerde tuttuğum blogumda hep yazdım ve bu yüzden pek çok problem yaşadım(gerçi çok sonralardan farkettim ki problem yaşamamın sebebi biraz da üslubummuş).
Peki bu şartlar altında öğrencilerin bundan faydalanmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Dersi anlatanın anlattığı ders hakkında yeterince fikri yok ki.
Dikkatimi çeken ikinci bir kısım da şu oldu:
There is surely no more reliable way to kill enthusiasm and interest in a subject than to make it a mandatory part of the school curriculum. Include it as a major component of standardized testing and you virtually guarantee that the education establishment will suck the life out of it. School boards do not understand what math is, neither do educators, textbook authors, publishing companies, and sadly, neither do most of our math teachers. The scope of the problem is so enormous, I hardly know where to begin.
Ben de olaya benzer bir açıdan bakıyorum.
Birincisi, öğretilenlerin karşılığında öğrenciden birşeyler beklemek, bana göre, olayın tüm anlamını, faydasını, heyecanını ve zevkini kaçırıyor, ki yukarıdaki paragrafta da bahsedilen temel olarak bu. Özellikle eğitim sistemi yeterince saçmaysa, 2 saat içerisinde maksimum miktarda soru çözme gibi komik kriterler ile birşeyler ölçmeye çabalıyorsanız, herhangi birşey öğretebiliyor olmayı beklemek bana göre son derece saçma(komik diyecektim, sonra artık tadının kaçtığını ve komik olmadığını farkettim).
Bir sene sonra bilgisayar mühendisi olarak mezun olacak arkadaşların benim nasıl hobi olarak programlamayla ilgilendiğimi anlamamalarını bence bu açıklıyor.
Belki bu sefer ben biraz abartmış olacağım ama(bu yazıyı okurken birkaç yerde yazarın çok abarttığını düşümüşümdür mesela, bence bu yazarın olayı ne kadar sahiplendiğini ve önemsediğini gösteriyor), hep şöyle birşey hayal etmişimdir; X okulu(alanı siz belirleyin, örneğin bilgisayar bilimleri olabilir), katılan kimseye hiçbir şekilde ödev verilmiyor, kimse sınavlara girmiyor, bir diploma yok. Herkes başlangıçta neden orada olmak istediğinin farkında(bu kısım bence çok önemli). Günümüzdeki anlamıyla bir müfredat olmasa da, dersler var. Katılımcılardan bazı yeterliliklere sahip olmaları istense de, bu yeterlilikler diplomalar veya testlerle ölçülmüyor, mülakat formatında, veya kağıt üzerinde konunun gerekliliğini de gösteren birkaç gerçek problem ile ölçülebilir(veya başka yöntemler bulunabilir). Yaş ve sınıf konsepti yok. Bu da benim fantezim işte hahah.
İkinci olarak, birşeyi yapmaya mecbur kalmak da benzer bir etki oluşturuyor ki bunu çoğu kişi gözlemlemiştir(özellikle mesleklerini hobilerinden seçenler, mesela ben ;-( ).
Bu gibi konulara merak duyuyorsanız okumanızı tavsiye ettiğim keyifli bir yazı olmuş.